22 Şubat 2017 Çarşamba

BEYAZ DEV KÜTLE, PERİTO MORENO BUZULU



Zaman gerçekten çok hızlı akıyor. Eskiden bu cümleyi duyduğumda burun kıvırırdım ama sanırım artık 40'larıma merdiven dayadığım bu dönemde bu ifadenin ne denli doğru olduğunu daha iyi kavrıyorum.

Boş zamanlarımın önemli bir kısmını gezi ile ilgili araştırmalara ve "Belki bir gün neden olmasın" diyerek olası rotalarımı planlamaya ayırıyorum. Bu araştırmaların bir kısmı da kafama uyan gezginlerin bloglarını ya da Instagram hesaplarını takip etmekle geçiyor.

Globalleşme belki de en çok bu ile yaradı, artık gezmek çok daha kolay ve gezdiklerini yayınlayan ve bu işten para kazanan insan sayısında da önemli derece artış var. Doğrusu bu gruptaki çoğu blog veya hesap bana çok samimi gelmiyor ama aralarından bazılarına da özenmiyor değilim. Kerimcan Akduman benim özendiğim gezginler listesinde ilk sıralarda geliyor. Aslında sebebi ne tam tespit de edemedim :) Sanırım yazdıkları ve tarzı bana samimi geliyor.

Neyse bu uzun girişten sonra konuya yavaş yavaş gelelim. Kerimcan bir süredir çok keyifli takip ettiğim ve yeni tamamladığı dünya turunun sonundaki altın vuruş için Patagonya'da. Yükledikleri fotoğraflara baktıkça içimin erimesi ve derin bir haset bir yana aslında anılarım da canlandı. Şöyle ki bu beyazyakalı yalancı gezgin inanmakta zorluk çekeceksiniz ama yaklaşık 5,5 sene önce şu anda Kerimcan'ın olduğu Patagonya'ya yani gezginlerin hayallerini süsleyen bu masal diyarının çok küçük bir bölgesine gitmişti. Geriye dönüp bakınca eksik ama bir o kadar da muhteşem anlar yaşadığımı bir kez daha anlıyorum.




Çok uzun süre bir Güney Amerika programı hayal etmiş ve 2011 yılının sonbaharında bu hayali sonunda gerçekleştirme fırsatına kavuşmuştuk. Nereleri gezsek ne yapsak, zaten beyazyakalı olarak kısa süremiz var ama gezilecek çok ama çok fazla yer var derken karşımıza işte bu beyaz kütle çıktı.

Tam bir ikilemdeydik. Ya buzul için Patagonya'ya dünyanın bir ucuna inecek ya da kendimizi yine başka bir doğa harikası olan Iguazu Şelalerine atacaktık. O an ki kafa neydi bilmiyorum ama biz bir çok kişinin aksini tercih ettik ve o gün bu coğrafyaya bir daha geleceğimize inanarak Iguazu'yu pas geçtik bence doğru yaptık ve rotayı güneye çevirdik.

Perito Moreno buzulu, yani nam-ı diğer yeryüzünde küçülmediği tam tersine büyüdüğü iddia edilen tek buzul.  UNESCO Miras listesinde bulunan Los Glaciers Milli Parkının en büyük buzulu, dünyanın Antartika ve Grönland'dan sonra en büyük 3. taze su rezervi vs. liste uzayıp gidiyor.



Peki Perito Moreno'ya gidiş nasıl derseniz, Buenos Aires'ten yaklaşık 3,5 saatlik uçak yolculuğu ile El Calafate'ye gitmeniz gerekiyor. El Calafate, Los Glaciers Milli Parkına en yakın yerleşim birimi, çok şirin bir kasaba ve bir çok gezginin uğrak yeri. Zevkinize göre buradan çok farklı rotalarla Arjantin Patagonya'sının eşsiz doğal güzelliklerine doğru yol alabilirsiniz.





Daha önce ilettiğim üzere kısa süremiz olduğundan biz sadece Perito Moreno buzulunu gezme hedefiyle bu şehre gelmiştik. Daha önce araştırdığımızdan açıkta kalmamak için ilk iş olarak Hieloy Aventura adlı buzul üzerinde trekking organize eden tek şirketin ofisine kendimizi attık ve ertesi gün için trekking organizasyonumuzu yaptırdık. İki türlü opsiyonunuz var ilki daha kısa ve buz üzerinde yaklaşık 1,5 saat geçirdiğiniz Mini Trekking ki biz bu alternatifi seçtik diğer ise biraz daha fiziksel güç isteyen 3,5 saatte 6 Km yürüyüş yaptığınız Big Ice. Bu arada uzun yürüyüşten gözünüz korkmasın biz yoğun bir Güney Amerika turunda çok yıprandığımız için kısa turu tercih ettik uzun tur da çok rahat yapılabilecek bir aksiyon yeter ki az da olsa spor geçmişiniz olsun.







Yaklaşık 20 dakikalık bir tekne turuyla buzula gölden yaklaşıyor ve kütlesine inanamıyorsunuz, daha sonra üzerinde yürüyüp sanki ayrı bir dünyaya George Lucas'ın Star Wars serisinde herhangi bir yerdeki herhangi bir gezegende gibi kendinizi hissediyor, trekking'in sonunda biraz turistik koksa da sizin için hazırlanan masada vasat viskinizi yudumlarken buraları da görebildiğiniz için şükrediyor ve en sonunda da seyir terasından bu eşsiz devasa kütleye bakarken doğanın aslında ne muhteşem olduğunu ve kendinizi içinde bulunduğunuz hayatta bir şey sanarken aslında bu büyüklük içinde bir hiç olduğunuzu bir kez daha hatırlıyorsunuz.




Bir de buzulda "Calving" denilen bir hadise var. Bir anda çok şiddetli bir gökgürültüsü benzer bir ses duyuyorsunuz ve daha sonra yine şiddetli bir çatırdama sesi takip ediyor. Sonunda buzuldan devasa bir parça kopuyor ve suya düşüyor. İşte bu olayın adı "Calving" ve yakalarsanız şanslısınız. Ne mutlu ki bu şanslılardan olabildik.



Evet Perito Moreno benim gezmeye başladığım yaklaşık 12-13 senelik dönemimde ki TOP 3 lokasyondan biri bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama aynı zamanda en büyük pişmanlıklarımdan da birisi. Keşke vaktim olsaydı da Patagonya da 2 gün değil 2 hafta, hatta 2 ay kalabilseydim.

Kim bilir belki bir gün bir kere daha buluşuruz. Yerlilerin dediği gibi Calafate meyvesinden bir kere yiyenin yolu mutlaka bir kez daha El Calafate'ye düşermiş :)

Sahi yemişmiydim...

5,5 sene geçmiş hatılayamıyorum :)






















22 Ocak 2017 Pazar

Stone Town'da kaybolmak

Zanzibar seyahatinin en güzel özelliklerinden birisi de doğa harikası bu adada deniz, kum ve güneş keyfini bir günlüğüne de olsa bırakıp ayrı bir dünyada kaybolma şansınızın olması..

Neresi mi?

Stone Town...

Stone Town adanın batı ucunda küçük bir şehir ve inanılmaz bir tarihi var. Bu coğrafyanın ortak özelliği ülkelerin genelde birden fazla medeniyete ev sahipliği yapmış olması ancak Stone Town buradaki çeşitliliği ile de fark yaratıyor.








Tarihi çok eskiye dayanan bu şehir İran, Portekiz, İngiliz ve Arapların hükümdarlığı altında kaldığından bir çok farklı medeniyetin izlerini de gözler önüne seriyor. Bu kadar medeniyete ev sahipliği yapınca da doğal olarak bu küçük şehir çok farklı mimari ve kültürel farklılıkları da bünyesinde bayındırıyor.





Zanzibar ve Stone Town'ın %95 lik kısmı Müslüman, doğal olarak beklentiniz İslam etkisi ağırlıklı bir mimariyken Koloniyel yapılar, Afrika mimarisinin etkisi ve kiliseler şehrin her köşesinde karşınıza çıkıyor.




Şehirde gezerken bir çok süprizle karşılaşabiliyorsunuz. Örneğin üst seviye hijyenin olduğu bu sokak pazarı gibi :)





Stone Town bir kaç yüzyıl boyunca Doğu Afrika'nın en önemli köle ticaret merkezi olmuş ve gerçekten büyük acılar yaşanmış. Zaten geziniz sırasında rehberiniz (mutlaka yerel bir rehber almanızı öneririm, kendi kendinize gezerseniz bir çok hikayeyi kaçırabilirsiniz) size bu hikayeleri anlattıkça içiniz buruluyor.








Şehri çok rahat yürüyerek gezebiliyorsunuz. Bu gezinizde gösterişli kapılar mutlaka dikkatinizi çekecektir.  Kapıların her birinin ayrı hikayesi var ve bulunduğu ev sahibinin sosyal statüsünü de dışa vuruyor. Kapı ne kadar büyük ve gösterişliyse evin sahibi de bir o kadar zengin ve nüfuslu anlamına geliyor.

Bu kapılardan en göze çarpanların başında devasa, ağır ahşaptan yapılan ve pirinç çivilerle donatılmış  olanları geliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi bu mimari tarz Hindistan etkisini yansıtıyor ve üzerlerindeki bu pirinç çivilerin temel amacı evi Fillerden korumak, ama Stone Town'da böyle bir risk olmadığından yegane amaç dekoratif :)







Şehrin en güzel binası özel mimarisi ile "House of Wonders". Beyaz bir saray görünümünde olan bu bina aslında çok da eski değil, 1800'lü yılların sonundan yapılmış, Zanzibar'da elektriğin ilk defa kullanıldığı ve Doğu Afrika'daki ilk asansöre sahip bina. Bugün müze olarak hizmet veriyor ama  beklentileri karşılamaktan çok uzak.



Biz Stone Town'da bir tam gün geçirdik ve hiç sıkılmadık, büyük de keyif aldık. Günümüzü de Africa House adlı eskiden bir İngiliz kulübü olan şu an ise otel olarak hizmet veren tarihi bir binanın terasındaki barda muhteşem gün batımını seyredip içkilerimizi yudumlayarak sona erdirdik.





Gece kalmadığımızdan ne yazık ki deneyimleyemedik ancak Stone Town sahilinde her gece kurulan pazarda taze deniz ürünleri ile sokak yemekleri satılıyor, ününü çok duyduk o nedenle tavsiye ediyoruz.

Özetle Stone Town ayrı bir dünya...İçinde kaybolabileceğiniz, zamanın kısmen durduğu bir kültür mozaiği.

1 Ocak 2017 Pazar

Zanzibar... Hint Okyanusunda Bir İnci...


Yıl 2012... Artık Avrupa'nın o hep birbirine benzeyen sokakları, meydanları ve katedrallerinden baygınlık gelmeye başlamış ve yeni yerler keşfetmeye karar vermiştik. Bize o dönem çok orjiinal gelen, hala da hatırlayınca belki de en etkileyici tatil anılarımıza sahip gezimizin ikinci ayağı idi Zanzibar. 

Her zaman yorucu ve bol aktiviteli bir lokasyonu daha sakin ve dinlenme amaçlı ikinci bir lokasyon ile kombine etmeyi seviyorum. İşte tam da bu amaçla Tanzanya'da yapacağımız Safari'nin hemen arkasına eklemiştik Zanzibar'ı...

Gidişimiz o dönemlerde biraz zorluydu, İstanbul'dan önce direkt uçuşla Tanzanya'nın başkenti Dar es Salaam'a uçmuş ve terminal dahi denilmeyecek bir alanda, gecenin 3'ünde indiğimiz havalimanında sabaha kadar bir tarafımızda backpackerlar diğer yanımızda kavruk renkli memleket ahalisi ile zifiri karanlıkta sabaha kadar beklemek zorunda kalmıştık ama kesinlikle değmişti. Şimdi ise hayat çok daha kolay, kısa süre önce THY direkt olarak Zanzibar'a yeni hattını açtı yani doğru zamanı bekleyip bu cennete kaçmamak için artık hiç bir neden kalmadı.

Peki Zanzibar neden bu kadar etkiledi bizi...Öncelikle enfes bir denizi vardı ki o an aradığımız tam da buydu. Daha sonra hızla adedini artıracak olsak da Zanzibar bizim ilk tropik ada deneyimimizdi, bu nedenle denizin rengi ve sundukları bizi kendine hayran bıraktı.

Bir de insanları bizi etkilemişti. İnanılmaz derecede fakir olmalarına karşılık bir o kadar da mutlulardı, evlerinde pencereleri dahi yokken yüzlerinde hep o kocaman gülümsemeleri ile hayatın bazen nasıl yavaş akabildiğini bize ispatlıyor gibilerdi.

Tarih vardı, hem de ne tarih. Acının en babası, insanlık tarihinin artık sayısı gittikçe artan o utanç anlarından bir tanesi de Zanzibar'da yaşanmıştı, dinlemek ve izlerini görmek etkileyiciydi.

Ve nihayetinde enfes deniz ürünleri. Neredeyse 3 kuruş paraya yiyebileceğiniz ıstakozlar, ıstakoz sandığımız karidesler ve aklınıza gelecek bilimum kabuklu deniz canlısı. Hepsi leziz mi lezizdi.

Gelin sizi 2012'nin Ekim ayına geri götüreyim ve bir kaç güzel fotoğrafla bu soğuk ve içimizi karartan olayların yaşandığı günlerde yaz için planınızı yapmanıza ön ayak olayım..


ZANZİBAR VOL.1 

MASUM METROPOL İNSANININ TROPİK ADA İLE BULUŞMASI

Zanzibar'a artık direkt olarak uçabildiğiniz gibi başkent Dar Es Salaam'dan da 15-20 kişilik pırpır uçaklarla ulaşabiliyorsunuz. Bu uçaklar fazla yükselmediklerinden muhteşem manzaralara ev sahipliği yapıyor. Uçuş'da sadece 21 dakika sürüyor :)




Adaya ulaştığınız havalimanı merkez olarak kabul edilen ve Unesco'nun Dünya Miras Listesi'nde buluan Stone Town yakınlarında. Ada oldukça büyük bu nedenle kalacağınız yeri özenle seçmenizi tavsiye ediyorum çünkü ada içindeki ulaşım öyle rahat ve de hızlı değil ne yazık ki. Genelde adanın hemen hemen bir çok köşesinde çok güzel denizler bulabiliyorsunuz. Biz tercihimizi adanın doğu kıyısındaki Kiwengwa bölgesinde bulunan Emerald Dream of Zanzibar adlı otelden kullanmış ve çok da memnun kaldık, ancak ikinci ama tercih etmediğimiz alternatif olan Nungwi bölgesine bizden sonra giden arkadaşlarımız da çok memnun kaldılar, bu bölgede de Doubletree by Hilton otelini rahatlıkla tavsiye edebiliriz.
                 




Deniz harika, tek dikkat etmeniz gereken nokta gelgit arasında geçen vakit çünkü su bir çekilmeye başlayınca 2 saatten önce geri gelmiyor ve bu arada yüzemiyorsunuz. Zaten otellerin her yerinde gelgit saatleri hakkında bilgi veren notlar asılıyor.








Adadayken mutlaka yapmanız gerekenlerden birisi Mnemba adası açıklarında atoll'de dalmak veya snorkel yapmak. Öyle büyüleyici bir coğrafya ki okyanusun açıklarına bir kaç mil gittikten sonra bir anda bir kaç metrelik harika bir atoll ve beraberinde muazzam güzelliklere ulaşabiliyorsunuz. Bu atoll dünyadaki sayılı dalış noktalarından birisi, vallahi ben söylemiyorum, onlar yazıyor :) CNN'de no:47...

http://travel.cnn.com/explorations/escape/outdoor-adventures/worlds-50-best-dive-sites-895793/

https://www.padi.com/scuba-vacations/tanzania

Biz otelimizin ayarladığı amatör bir balıkçı teknesi ile snorkell yapmaya gittik ve ne yazık ki o dönem GoPro'muz olmadığından bu güzellikleri fotoğraflayamadık ancak yol üzerinde rastladığımız yunus sürüsü ile yüzmek ve birbirinden güzel balıkların arasına dalmak gerçekten paha biçilmezdi. En sonunda da bize eşlik eden balıkçı rehberlerimizin hazırladığı bu meyve tabağı da tüm günümüzü yorgunluğunu aldı. 





Denize girmek ve dalmak haricinde daha bir çok farklı aktiviteyi Zanzibar'da yapabilirsiniz. Örneğin Stone Town'da harcanacak bir tam güne doyamayacaksınız. Ayrıca baharat bahçelerini gezebilir, bizim şansa denk geldiğimiz yunuslarla yüzme gibi aktivitelere de katılabilirsiniz.

Next: Stone Town gezi günlüğü